Bir hikayede üç duayen - Radyo Zafer - Mehmet Zafer
"Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, Cüneyt Bey’in yanına Kütahya Garı’nda bir kız çocuğu oturur.
Afyon’da “Kudret” adlı yerel gazeteyi çıkarmakta olan Cüneyt Mollaoğlu, 1950 yılının Mayıs ayında bir trene binerek Eskişehir’e doğru yola çıkar..
Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, Cüneyt Bey’in yanına Kütahya Garı’nda bir kız çocuğu oturur. Cüneyt Bey cebinden gazetesini çıkarır, okumaya başlar; kız çocuğunun gözü de gazete sayfalarındadır..
Akrabası sinirlenerek dirseğiyle dürter, “Evladım ayıptır başkasının gazetesi okunmaz, yapma etme..” Ama çocuk gazeteyi okumaya devam eder, üstelik bununla da kalmaz,
Cüneyt Bey’e dönüp “Siz bitirdikten sonra gazetenizi ben okuyabilir miyim?” diye de sorar..
Çocuğa refakat eden akrabası çok bozulur bu duruma, kızın kulağına eğilip, “Sen ne terbiyesiz bir kızsın, tanımadığın bir adamın gazetesi alınır mı?” der. Konuşulanları duyan Cüneyt Bey
gülümseyerek gazetesini çocuğa verir ve ardından “Okumayı seviyor musun?” diye sorar. Tarlalar arasından akıp giden trende bir sohbet başlar, gazeteci ve kız çocuğu arasında..
Cüneyt Bey anlar ki yol arkadaşı, okumayı çok seven, kitaplara ilgi duyan bir çocuktur. Sohbet esnasında çocuk ona masallar yazdığını söyler, bu daha da hoşuna gider Cüneyt Bey’in. “Peki,” der, “yazdığın masallardan birini bana gönderir misin? Eğer uygun görürsem gazetede basarım. Ama masalını mutlaka daktiloyla yazıp göndermen gerekir.”
Bu sözler çok heyecanlandırır kız çocuğunu,
masalının bir gazetede basıldığı düşüncesi günlerce süsler hayallerini.. Ama daktilo, ulaşılması zor bir araçtır o günlerde; her yerde bulunmaz, ancak devlet dairelerinde, okullarda vardır.
Kız çocuğu, “Nereden, nasıl daktilo bulacağım?” diye düşünürken bir gün Kütahya’da, adliye
önünde çalışmakta olan arzuhalcileri görür. Arzuhalciler, okuma yazma bilmeyen insanların devlet dairelerindeki işlerine dilekçe yazan, daktiloyla geçinen emekçi insanlardır.
Küçük kız arzuhalcilerin yanına gider ve “Benim bir masalım var, el yazısı, onu size getirsem bana daktiloda yazar mısınız?” diye sorar.
“Tamam,” der arzuhalci, “ama 2 lira alırım.”
2 lira o zaman büyük bir para,hele ki bir çocuk için.
Ama kararlıdır kız çocuğu; haftalar boyunca harçlıklarını saklar, almak istediği karamelaları, bisküvileri yemez, içmek istediği gazozları
içmez ve o parayı biriktirip yazdığı hikâyeyi arzuhalciye daktilo ettirerek gazeteye gönderir. yayımlanan ilk öyküsü budur..
Ki yıllar sonra bu ülkenin çocuk edebiyatının en ünlü, en saygın ismi olacaktır. O kız çocuğunun adı, çok sevilen kitaplarının kapağında “Gülten Dayıoğlu” yazmaktadır..
Gülten Dayıoğlu, “Kudret” gazetesinde yayımlanan ilk öyküsünü kaybeder. Gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister ancak gazete binasının yandığını öğrenir. Ne gariptir ki Dayıoğlu, gazetede yayımlanan ilk öyküsünde bir baca temizleyicisini anlatmıştır.
Gülten Dayıoğlu ailesiyle beraber İstanbul’a gelir ve ortaokula başlar. Türkçe öğretmeni onun edebiyata olan ilgisini kısa sürede keşfeder. Bir gün, Türkçe dersindeyken müfettiş gelir sınıfa. Öğretmen ders anlatırken müfettiş, Gülten Dayıoğlu’nun yanına oturur. Ders bittiğinde,sınıftaki çocuklar teneffüse çıkarken, öğretmen Gülten Dayıoğlu’nu müfettişle tanıştırmak için durdurur. “Biliyor musunuz Müfettiş Bey, bu çocuk edebiyatla çok ilgili ve inanıyorum ki ileride çok büyük bir yazar olacak.”
Müfettiş, çocuğa bakar ve şöyle söyler: “Madem edebiyatı bu kadar seviyor, o zaman bu çocuğu kütüphanede görevlendirelim.”
Gülten Dayıoğlu o müfettiş sayesinde kütüphanede görevlendirilir ve raflardaki kitapları tek tek okumaya başlar.
O gün derse giren müfettiş,
Reşat Nuri Güntekin’dir.."
Afyon’da “Kudret” adlı yerel gazeteyi çıkarmakta olan Cüneyt Mollaoğlu, 1950 yılının Mayıs ayında bir trene binerek Eskişehir’e doğru yola çıkar..
Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, Cüneyt Bey’in yanına Kütahya Garı’nda bir kız çocuğu oturur. Cüneyt Bey cebinden gazetesini çıkarır, okumaya başlar; kız çocuğunun gözü de gazete sayfalarındadır..
Akrabası sinirlenerek dirseğiyle dürter, “Evladım ayıptır başkasının gazetesi okunmaz, yapma etme..” Ama çocuk gazeteyi okumaya devam eder, üstelik bununla da kalmaz,
Cüneyt Bey’e dönüp “Siz bitirdikten sonra gazetenizi ben okuyabilir miyim?” diye de sorar..
Çocuğa refakat eden akrabası çok bozulur bu duruma, kızın kulağına eğilip, “Sen ne terbiyesiz bir kızsın, tanımadığın bir adamın gazetesi alınır mı?” der. Konuşulanları duyan Cüneyt Bey
gülümseyerek gazetesini çocuğa verir ve ardından “Okumayı seviyor musun?” diye sorar. Tarlalar arasından akıp giden trende bir sohbet başlar, gazeteci ve kız çocuğu arasında..
Cüneyt Bey anlar ki yol arkadaşı, okumayı çok seven, kitaplara ilgi duyan bir çocuktur. Sohbet esnasında çocuk ona masallar yazdığını söyler, bu daha da hoşuna gider Cüneyt Bey’in. “Peki,” der, “yazdığın masallardan birini bana gönderir misin? Eğer uygun görürsem gazetede basarım. Ama masalını mutlaka daktiloyla yazıp göndermen gerekir.”
Bu sözler çok heyecanlandırır kız çocuğunu,
masalının bir gazetede basıldığı düşüncesi günlerce süsler hayallerini.. Ama daktilo, ulaşılması zor bir araçtır o günlerde; her yerde bulunmaz, ancak devlet dairelerinde, okullarda vardır.
Kız çocuğu, “Nereden, nasıl daktilo bulacağım?” diye düşünürken bir gün Kütahya’da, adliye
önünde çalışmakta olan arzuhalcileri görür. Arzuhalciler, okuma yazma bilmeyen insanların devlet dairelerindeki işlerine dilekçe yazan, daktiloyla geçinen emekçi insanlardır.
Küçük kız arzuhalcilerin yanına gider ve “Benim bir masalım var, el yazısı, onu size getirsem bana daktiloda yazar mısınız?” diye sorar.
“Tamam,” der arzuhalci, “ama 2 lira alırım.”
2 lira o zaman büyük bir para,hele ki bir çocuk için.
Ama kararlıdır kız çocuğu; haftalar boyunca harçlıklarını saklar, almak istediği karamelaları, bisküvileri yemez, içmek istediği gazozları
içmez ve o parayı biriktirip yazdığı hikâyeyi arzuhalciye daktilo ettirerek gazeteye gönderir. yayımlanan ilk öyküsü budur..
Ki yıllar sonra bu ülkenin çocuk edebiyatının en ünlü, en saygın ismi olacaktır. O kız çocuğunun adı, çok sevilen kitaplarının kapağında “Gülten Dayıoğlu” yazmaktadır..
Gülten Dayıoğlu, “Kudret” gazetesinde yayımlanan ilk öyküsünü kaybeder. Gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister ancak gazete binasının yandığını öğrenir. Ne gariptir ki Dayıoğlu, gazetede yayımlanan ilk öyküsünde bir baca temizleyicisini anlatmıştır.
Gülten Dayıoğlu ailesiyle beraber İstanbul’a gelir ve ortaokula başlar. Türkçe öğretmeni onun edebiyata olan ilgisini kısa sürede keşfeder. Bir gün, Türkçe dersindeyken müfettiş gelir sınıfa. Öğretmen ders anlatırken müfettiş, Gülten Dayıoğlu’nun yanına oturur. Ders bittiğinde,sınıftaki çocuklar teneffüse çıkarken, öğretmen Gülten Dayıoğlu’nu müfettişle tanıştırmak için durdurur. “Biliyor musunuz Müfettiş Bey, bu çocuk edebiyatla çok ilgili ve inanıyorum ki ileride çok büyük bir yazar olacak.”
Müfettiş, çocuğa bakar ve şöyle söyler: “Madem edebiyatı bu kadar seviyor, o zaman bu çocuğu kütüphanede görevlendirelim.”
Gülten Dayıoğlu o müfettiş sayesinde kütüphanede görevlendirilir ve raflardaki kitapları tek tek okumaya başlar.
O gün derse giren müfettiş,
Reşat Nuri Güntekin’dir.."