Çocuk Edebiyatından Yetişkin Dünyasına: Ben Büyüyünce - soylentidergi.com - Ece Özer
- 215 Görüntüleme
Çocuk Edebiyatından Yetişkin Dünyasına: Ben Büyüyünce - soylentidergi.com - Ece Özer
- 23.06.2020
- | 0 Yorum
"Gülten Dayıoğlu, kaleme aldığı binlerce satır ile çocuk edebiyatının önde gelen yazarlarındandır. Bunu yaparken yalnızca çocuklara hitap etmekle kalmaz, yetişkin dünyasına da iki çift lafı olur. En güzel örneklerinden biri, 1999 yılında yayımlanan Ben Büyüyünce adlı kitabıdır.
Dayıoğlu, kitabında kan davasını esas alır. Çocuk edebiyatı için ağır olabileceğini düşündüğümüz bu konu, ne yazık ki hâlen etkisini sürdüren ve çocuk ölümlerine dahi sebep olan derin bir konudur. Ön safhalarda onların etkilendiği bu meseleleri öğrenmeleri ise en doğal haklarıdır. Üstelik yetişkinlerin dünyasında yaratılan bu dava, eylemlerimiz üzerine sorgulamayı ve fikirlerimizin etkisini tartmayı şart koşar. Bu da çocuk edebiyatı için aranılan bir olgudur.
Sevgili Dayıoğlu, konunun hassaslığını göz önünde bulundurarak kelimelerini büyük bir titizle seçer. Yarattığı kurgu neticesinde çocuklara bu davanın yersiz ve kötücül etkilerini sunarken yetişkinlere ise okkalı bir tokat savurur.
Konu İtibarıyla Ben Büyüyünce
Köyün birinde Sınıkçılar ve Ayıngacılar adıyla anılan iki aile yaşar. Sınıkçı, halk diliyle “çıkıkçı” anlamına gelir. Bu sıfatla anılan aile büyükleri de çıkıkçılık ile uğraşır. Bir gün Ayıngacıların oğlunun bacağı kırılınca hastaneye gitmek yerine Sınıkçılara götürmeye karar verirler. Sınıkçılardan Kadir Ağa, bacağı onarıp çocuğu evine yollar. Aradan geçen sürede anlar ki bacak eğri kaynamıştır. Kadir Ağa bacağı kırıp yeniden sarar. Fakat işler gitgide kötüleşir. Çocuğun bacağında derin yaralar açılır, kangrene döner.
Hastaneye götürdüklerinde ise oğlanın bacağın kesilmesi gerektiğini öğrenirler. Köye dönüp oğlunun kesilen bacağıyla sekerek yürümesine katlanamayan baba eline tüfeğini alır ve Sınıkçıların kapısına dayanır:
“Oğlumu sakat kodun. Ben de seni sakatlayacağım. Bacağının birini kurşunlarla delik deşik edeceğim. Oğlum gibi sen de tek ayak üstünde sekeceksin köy içinde!”
Tüfeği Kadir Ağa’nın bacağına doğrultsa da mermi, can havliyle kendini yana atan Ağa’nın ciğerine saplanır. Böylece kan davası başlamış olur. Bir o taraftan bir diğer taraftan sıralı ölümler gelir. İki tarafın da erkekleri, bu kısır döngüde ölüme mahkûm edilir.
Yıllar geçer, kimi erkekler bu davadan uzak kalmak istediklerinden; farklı şehirlere, farklı ülkelere göç eder. Fakat öç duygusu iki ailede de baskındır, işler inada biner. Son ölüm Ayıngacılardan olunca Sınıkçılar tetikte bekler.
Bundan yaklaşık 8-9 yıl öncesinde ise Erek adında bir oğlan doğar Sınıkçılardan. Ninesi, daha bebek yaşında öç alma duygusu işler kanına. Oysaki Erek, bu meselelerden çok uzak bir çocuktur. İnsanlığı anlamaya çalışır, doğaya ve topluma yoğun sevgi besler. Değil birinin ölümüne sebep olmak, bunu düşünme fikri dahi ürkütür onu. Onun gözüyle bir çocuk bakış açısından anlamaya çalışırız olanları. Anlamasına anlarız fakat yetişkinler dünyası engel olur çözümlere. Sınıkçılar, bir can daha verir toprağa.
Anlatısallık İtibarıyla Ben Büyüyünce
Dayıoğlu ilk satırlarında şöyle der:
“İnsanoğlunun ‘düşünebilen en yüksek yaratık’ diye adı çıkmış… İnsan gerçekten düşünseydi, insan soyunu kırma düzeni kuran, insan kılıklı şeytanlarla onların ürettikleri öldürme araçlarına tapar mıydı?”
Var olan savaşlar yetmezmiş gibi analar bir de bu davalar ile canlarını toprağa verir. Kasten ya da istemeden, zamanında tek bir kişinin sebep olduğu ölüm, arkasında nesiller boyu kıyımı getirir. Öç alma duygusunun ekseninde dönen bu kıyımda, sırf o kanı taşıyor diye gençliğinin baharında ölen nice delikanlılar vardır.
Dayıoğlu, satırlarında tüm bu karanlık dünyaya parmak basar. Bir dönem hepimizin çocuk masumiyetiyle dolandığı sokaklarda, giderek nasıl böylesi kan bürüyen gözlere dönüştüğümüzü sorgular. Çocuk okuyuculara da sorgulayabilmeleri için yetişkin dünyasının karanlık perdelerinden bir dünya aralar. Temelinde insanlığın ortak paydada buluştuğu hayat defterini ise kahramanımız Erek’in sözleriyle özetler:
“Ölmek değil, yaşamak istiyorum. Bir güzel yaşamak varken ölmeyi kim ister?”"
Dayıoğlu, kitabında kan davasını esas alır. Çocuk edebiyatı için ağır olabileceğini düşündüğümüz bu konu, ne yazık ki hâlen etkisini sürdüren ve çocuk ölümlerine dahi sebep olan derin bir konudur. Ön safhalarda onların etkilendiği bu meseleleri öğrenmeleri ise en doğal haklarıdır. Üstelik yetişkinlerin dünyasında yaratılan bu dava, eylemlerimiz üzerine sorgulamayı ve fikirlerimizin etkisini tartmayı şart koşar. Bu da çocuk edebiyatı için aranılan bir olgudur.
Sevgili Dayıoğlu, konunun hassaslığını göz önünde bulundurarak kelimelerini büyük bir titizle seçer. Yarattığı kurgu neticesinde çocuklara bu davanın yersiz ve kötücül etkilerini sunarken yetişkinlere ise okkalı bir tokat savurur.
Konu İtibarıyla Ben Büyüyünce
Köyün birinde Sınıkçılar ve Ayıngacılar adıyla anılan iki aile yaşar. Sınıkçı, halk diliyle “çıkıkçı” anlamına gelir. Bu sıfatla anılan aile büyükleri de çıkıkçılık ile uğraşır. Bir gün Ayıngacıların oğlunun bacağı kırılınca hastaneye gitmek yerine Sınıkçılara götürmeye karar verirler. Sınıkçılardan Kadir Ağa, bacağı onarıp çocuğu evine yollar. Aradan geçen sürede anlar ki bacak eğri kaynamıştır. Kadir Ağa bacağı kırıp yeniden sarar. Fakat işler gitgide kötüleşir. Çocuğun bacağında derin yaralar açılır, kangrene döner.
Hastaneye götürdüklerinde ise oğlanın bacağın kesilmesi gerektiğini öğrenirler. Köye dönüp oğlunun kesilen bacağıyla sekerek yürümesine katlanamayan baba eline tüfeğini alır ve Sınıkçıların kapısına dayanır:
“Oğlumu sakat kodun. Ben de seni sakatlayacağım. Bacağının birini kurşunlarla delik deşik edeceğim. Oğlum gibi sen de tek ayak üstünde sekeceksin köy içinde!”
Tüfeği Kadir Ağa’nın bacağına doğrultsa da mermi, can havliyle kendini yana atan Ağa’nın ciğerine saplanır. Böylece kan davası başlamış olur. Bir o taraftan bir diğer taraftan sıralı ölümler gelir. İki tarafın da erkekleri, bu kısır döngüde ölüme mahkûm edilir.
Yıllar geçer, kimi erkekler bu davadan uzak kalmak istediklerinden; farklı şehirlere, farklı ülkelere göç eder. Fakat öç duygusu iki ailede de baskındır, işler inada biner. Son ölüm Ayıngacılardan olunca Sınıkçılar tetikte bekler.
Bundan yaklaşık 8-9 yıl öncesinde ise Erek adında bir oğlan doğar Sınıkçılardan. Ninesi, daha bebek yaşında öç alma duygusu işler kanına. Oysaki Erek, bu meselelerden çok uzak bir çocuktur. İnsanlığı anlamaya çalışır, doğaya ve topluma yoğun sevgi besler. Değil birinin ölümüne sebep olmak, bunu düşünme fikri dahi ürkütür onu. Onun gözüyle bir çocuk bakış açısından anlamaya çalışırız olanları. Anlamasına anlarız fakat yetişkinler dünyası engel olur çözümlere. Sınıkçılar, bir can daha verir toprağa.
Anlatısallık İtibarıyla Ben Büyüyünce
Dayıoğlu ilk satırlarında şöyle der:
“İnsanoğlunun ‘düşünebilen en yüksek yaratık’ diye adı çıkmış… İnsan gerçekten düşünseydi, insan soyunu kırma düzeni kuran, insan kılıklı şeytanlarla onların ürettikleri öldürme araçlarına tapar mıydı?”
Var olan savaşlar yetmezmiş gibi analar bir de bu davalar ile canlarını toprağa verir. Kasten ya da istemeden, zamanında tek bir kişinin sebep olduğu ölüm, arkasında nesiller boyu kıyımı getirir. Öç alma duygusunun ekseninde dönen bu kıyımda, sırf o kanı taşıyor diye gençliğinin baharında ölen nice delikanlılar vardır.
Dayıoğlu, satırlarında tüm bu karanlık dünyaya parmak basar. Bir dönem hepimizin çocuk masumiyetiyle dolandığı sokaklarda, giderek nasıl böylesi kan bürüyen gözlere dönüştüğümüzü sorgular. Çocuk okuyuculara da sorgulayabilmeleri için yetişkin dünyasının karanlık perdelerinden bir dünya aralar. Temelinde insanlığın ortak paydada buluştuğu hayat defterini ise kahramanımız Erek’in sözleriyle özetler:
“Ölmek değil, yaşamak istiyorum. Bir güzel yaşamak varken ölmeyi kim ister?”"