GÜLTEN DAYIOĞLU ''BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZİN ÜSTÜNE TİTREMELİYİZ . ONLAR VAR OLDUKÇA BİZ VAR OLABİLİRİZ''
- 242 Görüntüleme
GÜLTEN DAYIOĞLU ''BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZİN ÜSTÜNE TİTREMELİYİZ . ONLAR VAR OLDUKÇA BİZ VAR OLABİLİRİZ''
- 11.11.2023
- | 0 Yorum
GÜLTEN DAYIOĞLU ''BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİMİZİN ÜSTÜNE TİTREMELİYİZ . ONLAR VAR OLDUKÇA BİZ VAR OLABİLİRİZ''
Kültür I ►RÖPORTAJ 34 YEŞİLAY KASIM 2023"Bizi biz yapan erlerimizin üstüne titremeliyiz. Onlar var oldukça biz var olabiliriz" Türk edebiyatının önemli yazarlarından, çocuk ve gençlik edebiyatının öncü ismi Gülten Dayıoğlu, kuşaktan kuşağa aktarılan eserleri ile zamana meydan okuyan ve çok sevilen bir yazar. 91 tane kitap yazan Gülten Dayıoğlu ile geçmiş yılları, edebiyat yolculuğunu ve 100 yaşına ulaşan Cumhuriyetimizi konuştuk... BERK ERCAN MÜHÜRDAROĞLU / FOTOĞRAFLAR: KUTUP DALGAKIRAN Üç kuşağın edebiyat yolculuğuna tanıklık ve dahası eşlik etmiş bir isim olarak Türk edebiyatının özellikle de çocuk edebiyatının kuşaktan kuşağa geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz? Çocuk edebiyatımız 1960'lara kadar çeviri kitapların gölgesinde varlığını sürdürdü. Daha sonra yavaş yavaş çocuk edebiyatı bilinci belirginleşmeye başladı. Bu bilinçle birlikte tırmanış yıllarına girildi. 1979 yılı UNICEF tarafından "Dünya Çocuk Yılı" ilan edildi. O süreçte çocuk edebiyatı da ivme kazanmaya başladı. Yetişkinler için yazan yazarlar bile bu yılın onuruna çocuk kitapları yazmaya başladılar. Ancak bu canlanış kısa sürdü. İlerleyen yıllarda o yazarlardan ses soluk çıkmadı. Çocuk edebiyatı yıllar geçtikçe yeşerip boy attı. Ama ne yazık ki yazılanlar nitelik kaygısından uzak kalmış eserlerdi. Buna karşın o eserler hiçbir yönden eleştirilmedi. Kolayca yayınlanıp kabullenildi. O zamanlardan şimdilere nitelikten yoksun nicelik ağırlıklı çocuk kitapları rafları ayrık otu gibi sardı. Son durum budur. "Türkiye'de üç kuşağı eserleri ile büyüten yazar" olarak Cumhuriyetin 100 yıllık yolculuğunu ve 100. yılda ülkemizin geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz? Cumhuriyetin 100. yılı için mesajınızı alabilir miyiz? Ben 1935 yılında dünyaya geldiğimde, Cumhuriyetimiz henüz 12 yaşında bir çocuktu. Atatürk ilke ve devrimleriyle coşa taşa büyümeye başladı; ancak giderek bazı ayrışmalar da yaşandı. Bu süreçlerde ülkemizin politik katmanında da iniş çıkışlar, yeni yeni uyuşmazlıklar yaşanıyordu. Bu nedenle de ülkemizin politik devinimleri bir türlü yerine oturamadı. Çalkantılar ve kesintilerle bugünlere ulaştık. Her şeye karşın yıkılmadık dimdik ayaktayız. Üstelik ilk adımdan bu yana yüz yılı devirdik. Dünyadaki politik, ekonomik ve sosyal çalkantılara karşın yüzüncü yıla erişmek, ülkemizdeki sağduyulu yurttaşların varlığıyla gerçekleşti. Bu sağduyu sahiplerinin, Orta Asya'dan canını dişine takarak Anadolu'muza gelip korkusuzca oraya postu seren atalarımızın genlerini taşıyan insanlar olduğuna inanıyorum. Cumhuriyetimizin, dünyanın göz bebeği olan Anadolu'muzda yüz yıldır, üstelik gelişerek, çoğalarak, aydınlanarak varlığını sürdürmesi, yurttaş olarak beni öyle "Dünyadaki politik, ekonomik ve sosyal çalkantılara karşın yüzüncü yıla erişmek, ülkemizdeki sağduyulu yurttaşların varlığıyla gerçekleşti." KASIM 2023 YEŞİLAY 35onurlandırıyor ki... Kurtuluş Savaşında yaşananları, hem anamdan dinledim hem de tarihten biliyorum. Bilmekle de kalmadım. Düşman tarafından yuvaları yakılıp yıkılan ailelerden biri olarak, yarı aç yarı tok geçirdiğim çocukluğum var belleğimde... Üstelik İkinci Dünya Savaşı yılları da çökmüş belleğime... Karartma geceleri, ekmek karneleri, Sümerbank basması, Beykoz kunduralarıyla geçirdiğim çocukluğumu da unutamıyorum. Ben sevinmeyeyim de kim sevinsin, canım kadar sevdiğim Cumhuriyetimizin yüzüncü yıla erişmesine!.. Cumhuriyetimiz çok değerli; örselenirse, çocukken benim bakımsızlıktan verem olduğum gibi, o da sağlığını yitirebilir. Ulusça ne olur hâlimiz? Hele ki artık kudurmuş kurtlar sofrasına dönüşmüş olan şu dünyada... Kısacası Cumhuriyetimizin, ulusumuzun, vatanımızın, bayrağımızın, bizi biz yapan değerlerimizin üstüne titremeliyiz. Onlar var oldukça biz var olabiliriz. Bu bilinci kutsal bir görev olarak benimseyip, birlik ve beraberlik içinde, kuşaktan kuşağa aşılamak zorundayız. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlamanın onur, sevinç ve coşkusu içindeyiz. Türkiye Cumhuriyetine ulusumuz, ülkemiz, bayrağımız ve bölünmez bütünlüğümüzle daha nice nice yüzyıllar diliyorum. Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri olmasaydı ben, 1935 doğumlu bir kız çocuğu olarak bu konuma gelip, öğretmen olup, 91 tane kitap yazıp kuşaklar boyu ulusuma hizmet edebilir miydim? Bugünün çocukları teknolojiyle ve dijital dünyayla iç içe bir yaşam sürüyor; bu da beraberinde kitaplardan ve okumaktan uzaklaşmak anlamına geliyor. Sizce bu durumun etkileri neler? Okumak bir çocuğa neler kazandırır, okumamak neler kaybettirir? 20. yüzyıl yaşamımıza şimşek çaka çaka girdi. Bu ışıklarla insanlar uyanıp, bilimde, teknikte, sanatta üretme dürtüsüyle kuşatıldı. Dünya, topyekün devrimlerle kuşatıldı. Dijital devrim de insan kitlelerini etkisi altına alan, teknoloji ve bilim kökenli bir açılımdı. Bazı ülkeler bu devrimden sonuna kadar yararlandı. Ülkemiz ise, bu üretilenleri satın almakla devrime katkı sağlamaya çalıştı. Oysa, ulusumuzun sosyal anatomisi dijital çağı yaşamak için gerekli alt yapıya sahip değildi. Kısacası biz konuya tepesinden girdik. Yüzme bilmeyen bir çocuğu, denize atmak gibi olsa da yediden yetmişe yurttaşımız, debelenerek de olsa su yüzünde durabilmeye bile razı gelerek dijital dünyanın maddi-manevi getirişini ve götürüşünü gönüllü olarak sırtlandı. Kısacası, bu damdan düşme dijital dünya, ağzı emzikli bebekten tutun da henüz bilinci gelişmemiş tüm çocuklara kadar epey kişiye zarar verdi ve de vermekte... Hayat yolculuğunuzda karşılaştığınız farklı yüzleri ve onların hikâyelerini anlattığınız son eseriniz "Yüzler ve Sözler"! sizden dinlemek istesek neler söylersiniz? Kitabın girişinde tatlı dil, güler yüzle, hatta acıyı bal eyleyerek, kitabın yazılış nedenlerini anlattım. Bu yaşıma kadar karşılaştığım, kişi ve eylem olarak sıra dışı insanların yaşantılarını anlattım. Zihin, kimlik ve sözleriyle topluma etki yapan insanlardı bunlar. Yaşamımda çeşitli nedenlerle tanıyıp, başarı ya da yenilgileriyle esin kaynağı edindiğim insanların yüzleri ve sözleri var kitapta. Bu kitabı yazarken arada bir, "Ben ülkemde çocuk ve gençlik kitapları yazarı olarak tanınıyorum. Bu kitabı kim okur?" diyerek tedirginlik yaşadım ama boşa üzülmüşüm. Kitap, listelerde çok satanlar arasına girdi, hâlâ da o listede. Bu yıl benim 60. sanat yılım. 91 kitap yazdım. Kültür ► RÖPORTAJ "Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri olmasaydı ben, 1935 doğumlu bir kız çocuğu olarak bu konuma gelip, öğretmen olup, 91 tane kitap yazıp kuşaklar boyu ulusuma hizmet edebilir miydim?" 36 YEŞİLAY KASIM 2023Hepsi de hâlâ kitabevlerinde, kütüphanelerde okurlarıyla buluşuyor. Annenizin sizin hayatınızdaki yerini; ona benzediğiniz veya ondan farklı olduğunuz özellikleri öğrenmek isteriz. Bunlar size olumlu mu yansıdı yoksa olumsuz mu? Annem beni bir kez değil dokuz kez doğurdu. Onun beni büyütüp yaşama hazırlarken üstlendiği yaşam savaşını anımsamak bana hâlâ hüzün veriyor. Annemden insanları sevmeyi, sabrı, kendisi yardıma muhtaçken bile kendinden kötü durumda olanlara yardım için çırpınmayı en önemlisi de zorluk ve acı karşısında hiç yılmamayı öğrendim. Tüm bu edindiklerim için çok seviniyorum. Beni inancından kaynaklanan değer yargılarıyla büyüttü. Namus, haram, helal, ayıp, günah kavramlarıyla yonttu beni. Üstelik okuma yazma bilmezdi. Varlıklı bir ailede el bebek gül bebek büyümüşken, zorlukları sanki her şey doğalmış gibi kabullenip aşmak için yakınmadan kollarını sıvardı. Bazen çok dara düştüğünde, "Ya Rabbim, kullarından kimseyi yukarıdan aşağıya indirme. Bizi de feraha çıkar." duasını ederdi. Annem beni tek başına büyüttü, okuttu. Cahil kalmadığım için çok seviniyorum; çünkü okula geç başlayabildim. Veremin eşiğinden dönerken, okulu kesintilerle sürdürmek zorunda kaldım. Çocukluğumu ayrıntılarıyla öğrenmek isterseniz, 1971 yılında yayınlanıp 107. baskısıyla halen dördüncü kuşaklar tarafından okunmakta olan "Fadiş" adlı romanımı okuyabilirsiniz. Birkaç gün önce hayatını yitiren şair Louise Glück "Dünyaya bir kez bakarız, çocuklukta / Geri kalanı hatıradır" diye yazmıştır. Bundan ilhamla; çocukluktan geriye kalan izleri bir ömür taşıyarak içinde bulunduğu çağa ayak uydurmak mı daha değerli yoksa birçok kötülüğün olduğu çağda çocuk kalabilmek mi? Bence çocukluktan geriye kalan izleri ömür boyu taşıyarak, içinde bulunduğun çağa ayak uydurarak, kötü koşullarda bile çocuk kalabilmek daha iyi. Ben öyleyim. Ne çektiklerimi unutabiliyorum ne de çağımı yadırgıyorum. Üstelik hâlâ zaman zaman kendimi çocuk gibi duyumsuyorum. Türk edebiyatının en önemli isimleri arasındasınız. Bu noktaya gelirken, yazarlık serüveninizde; taviz vermek zorunda kaldığınız durumlar, hayatımın dönemin noktası diye konumlandırdığınız anlar veya pişmanlıklarınız var mı? Bu soruyu yaşamım boyunca kendime sorup durdum. Ezilip üzülmek, yoksunluklarla boğuşmak, zor koşullarla savaşmak zorunda kalmak pahasına da olsa özümden, kalemimden, onurumdan, duruşumdan, yaşam ilkelerimden taviz vermedim. Bu tutumum nedeniyle hedeflerime hep uzun ve yorucu yollardan ulaşmayı yeğledim. Bunları yaparken, başta sevgi, saygı ve empati olmak üzere, sabır, hoşgörü ve anamın aşıladığı zorda olana yardım etmek, sözünde durmak, utanmak, ayıp, günah, hak yememek gibi kavramlara sırt dayadım. Yaşamımı, kimseyi incitmeden, kavgasız dövüşsüz, bugünlere kadar sürdürdüm. İçime attığım olumsuzluklardan birine örnek vermek istiyorum. Sanatımda tırmanış yıllarımda, eserlerimle yarışmalara girerdim. Altmış yıllık sanat yaşamımda birkaç kez seçici kurullarda apaçık hakkımın yendiğini öğrendim. İsim vermeyeceğim için rahatça anlatabilirim bunlardan birini. Çok sevdiğim, ölmüş bir öykü yazarımızın adını taşıyan bir yarışmaya girmiştim. Otuzlu yaşlarımın yarısındaydım. Bir edebiyat matinesinde seçici kurul üyelerinden biriyle karşılaştım. Kendisi bana şöyle dedi: "Gülten, yarışmaya katıldığın öykün çok etkileyiciydi. Yürekten yazmışsın ama sana ödül veremedik; çünkü sen, yolun basındasın. Daha nice yarışmalara girebilir, ödüller kazanabilirsin. Kazanan arkadaşımız yaşım başını aldı. Ödül ona verildi." Türkiye'nin ve dünyanın birçok şehrini görmüş birisiniz. Sizi en etkileyen, gönül bağı kurduğunuz şehir hangisi ve neden? Ayrıca, İstanbul size ne ifade ediyor bunu da anlatır mısınız? Eşimle birlikte altı kıtada 116 ülke gezdik. Gittiğimiz yerlerde öylesine görkemli eserler gördük ki! Ancak ben o güzelliklere ve görkemlere hayran kaldığım anlarda ülkeme ihanet ediyormuş gibi olurdum. Hindistan, Mısır, Kızılderililer, Çin, Meksika, Antarktika, Mekke, Medine beni adamakıllı etkiledi. Gezdiğimiz her ülkenin kadim kültürleri arasında zihnen ve ruhen beni sarsan yerler oldu. İstanbul'a 1950 yılında Kütahya'dan göç ettik. O zamanki ilk izlenimimi hiç unutamam. Küçükken, masal dinlerken düşlediğim yerlere benzetmiştim İstanbul'u. Nereye bakacağımı şaşırmıştım. Vapurdan inince Galata Köprüsü üzerinde kendi çevremde döne döne İstanbul'u sindirmeye çalışıyordum sanırım. Annem, "Kızım oyunun sırası mı? Tek dur şöyle. Yoksa birbirimizi kaybedeceğiz kalabalık içinde." diyerek beni paylamıştı. "Tek dur" o zaman kımıldama anlamında kullanılan güncel bir sözcüktü. Yeşilay hakkında görüşlerinizi de dinlemek isteriz... Yeşilay topluma hizmet eden en yararlı derneklerden biridir. 1920'lerden bu yana aralıksız halkımıza hizmet vermektedir. Üstelik bu hizmetleri tantanayla değil kişilere ve ailelerine el uzatarak sessiz sedasız bir dost olarak yapmıştır. Alkol, insanı insanlıktan çıkaran, hatta bir tür beyni allak bullak edip alkol alanı delirme düzeyine getiren, yuvalar yıkan, hatta insanı katil bile yapabilen bir zehirdir. Bu görüşlerimi dile getirdikten sonra, okurlarımıza ailemizden bir örnek vermek istiyorum çünkü ailemizin parçalanmasında alkol çok etkili olmuştur. Babam şapka devrimine destek vermenin gürünü yaşayan, çok iyi bir şapkacıydı. Döneminin gayrimüslim şapka yapımcılarından, Burs ada ve İstanbul'da çıraklık yöntemiyle fötr şapka yapmayı öğrenirken alkolle tanışmış. Gedizli iyi bir ailenin çocuğu olmasına karşın alkole başlamış. Annemin babası ise Emet ilçesinin tapu kadastro işlerini üstlenmiş Osmanlı devletinin bir müdürüymüş. Hafızlıkta devşirme sınavını kazanıp İstanbul'a götürülerek, medresede eğitim görmüş Ali Gamgam Efendi. Annem babasının etkisiyle, muhafazakâr bir insan olarak yetiştirilmiş. Babam, o zamanın değerlerine göre annemi "asri" bir kadın yapmak istemiş. Ama annem onun istediği yola girmediğinden ben üç yaşımdayken, babam Emet ilçesindeki evimizi bırakıp Kütahya'da şapkacı dükkanı açmış. Annemle beni yüzüstü bırakmış. Kütahya'da onun yaşam biçimine karşı çıkmayan bir hanıma aşık olmuş ve orada yuva kurmuş. Annem onun Kütahya'daki yaşam biçimini başkalarından işittiğinde her şeye karşın onu savunurdu. "O çok iyi aile çocuğudur; rakı onu yoldan çıkardı." derdi. KASIM 2023 YEŞİLAY 37