• Kalemimi Çocuk Edebiyatına adadım - artfulliving.com.tr


Kalemimi Çocuk Edebiyatına adadım - artfulliving.com.tr

  • 19.02.2018
  • |   0 Yorum
"Kalemimi Çocuk Edebiyatına Adadım"
Çocuk ve gençlik yazını alanında birçok nesli etkileyen 100’e yakın kitap kaleme alan Gülten Dayıoğlu ile yazın hayatını ve kitaplarını konuştuk.


Gülten Dayıoğlu, yarım yüzyılı aşkın süredir çocuklara, gençlere öyküler, romanlar, gezi kitapları yazıyor. Çocuk ve Gençlik Yazını alanında araştırmalar yapıyor. 90 kitabı yayımlanan; kimi yapıtları İngilizce, Almanca, Rusça, Arapça, İsveççe, Macarca, Urduca dillerine çevrilen; yapıtları başta “1964 Yunus Nadi Öykü İkincilik Ödülü” olmak üzere sayısız ödüle değer bulunan; “1999-2000 yılı Andersen Ödülü Türkiye Adayı” seçilen; “Çocuk Edebiyatı, Yaşam Boyu Hizmet Ödülü”,  “Cumhuriyetimizin 75. Yılında Yetmiş Beş Başarılı Türk Kadını’ndan Biri”, “2012 Uluslararası TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı” ve “2014 Malatya Kitap Fuarı Onur yazarı” sanlarıyla taçlanan Gülten Dayıoğlu ile kitapları ve yazın yolculuğu üzerinde söyleştik.


Sevgili Gülten Dayıoğlu, yarım yüzyılı aşkın bir süredir çocuklar ve gençler için yazıyorsunuz. Çocuk ve gençlik kitapları denince üç kuşak boyunca ülkemiz çocuklarının, gençlerinin usuna, diline ilk gelen sizin adınız, yapıtlarınız oldu/olmakta. Yapıtlarınız ülkemiz eğitim fakültelerinde yüksek lisans ve doktora tezlerine konu oldu. Roman, öykü, radyo televizyon oyunları yanında, yurt dışındaki işçi çocuklarının eğitim ve öğretim sorunları ile ülkemizdeki ilköğretim düzenini irdeleyen araştırmalar yaptınız. Kimi öykülerinizle ulusal ve evrensel düzeyde seçkilere girdiniz; adınıza sempozyumlar düzenlendi, kütüphaneler açıldı, sayısız onursal ödüller aldınız. Çocuk ve Gençlik Yazını’nın daha alan olarak adı anılmadığı dönemlerden günümüze dek süreçte alanın var oluşuna en büyük katkı veren bir yazarımızsınız. Yazarlık yaşamınızın dönüm noktalarını bizimle paylaşır mısınız?

İçimdeki yazma dürtüsünü Kütahya 30 Ağustos İlkokulu’nda üçüncü sınıf öğrencisiyken duyumsamaya başladım. Yazılı anlatım ödevlerimi hazırlarken, varlığımda beliren olağanüstü duyarlılığı öğretmenim Ayşe Bumin sezinledi. “Gülten sende doğuştan gelen yazma yeteneği var. Dilerim gelecekte iyi bir yazar olursun” dedi. O sıralar, bir  konuyu öykülerken, içimde dalga dalga bir şeyler kabarıyordu. Böyle hallerde üşür gibi oluyordum. Ama aslında bedenimden ter fışkırıyordu. Bu haller üstümdeyken, konuşmam gerektiğinde kesinlikle kekeliyordum. Bu durum, yazma aşamasında, hâlâ sürmekte. Öğretmenim benim doğuştan yazma yeteneğim olduğunu söylediğinde hem, “Nasıl yazar olunur ?” tümcesi dolanıyordu dilime; hem bu soruyu soracağım gözümün kestirdiği okumuş yazmış kişiler...

Öğretmenim insanları bu tür sorularla kuşattığımı işitince bir gün “Gülten, nasıl yazar olunur? diyerek ortalıkta dolanıp duruyormuşsun. Bana sorsana kızım! Ben sana yazar olmanın en etkin yolunu yöntemini gösteririm” dedi. Ertesi gün paydos zilinden sonra beni alıp doğruca, Kütahya -Vahit Paşa Kütüphanesi’ne götürdü. Görevliye; “Bu çocuk filanca ailenin kızı. Doğuştan yazma yeteneği var. İçten içe coşup taşıyor. Kendisine yaşına göre kitaplar vererek okuma alışkanlığı edindirmemiz gerek” dedi.

Görevli hanım, sevecenlikle belime uzanan saç örgülerimi sıvazlayıp “Bu görevi hoşnutlukla yapacağım Ayşe öğretmenim” dedi. Sonra bana döndü “Buraya her gün gelebilirsin. Okumanın tadına varınca sana, evinde de okuyabileceğin, ödünç kitaplar veririm. Yeter ki oku” dedi.

Yazarlığımın ikinci adımı bu kütüphane oldu. 1950’de ailece İstanbul’a göç ettik. Orada ortaokula yazıldım. Öğretmenim hemen yeteneğimi saptadı. Sınıfımıza müfettiş olarak gelen Reşat Nuri Güntekin’e beni tanıtırken: “Taşralı bir öğrenci Gülten ama çok yetenekli. Onun yazarlık yolunda ilerlemesi için ne yapmalıyım efendim?” dedi.

Reşat Nuri Bey, bana bakarken gözlerinin  içi gülüyordu. “Bedia Ermat Hanım, bu çocuğa okul kütüphanesinin anahtarını verin. Yapabileceğimiz en etkin yardım, onun kitap okuyarak, kültür alt yapısını oluşturup dilini geliştirmesi olacaktır.” dedi. O anahtar üç yıl boyunca yaz kış bende kaldı. Okudum, okudum, okudum…

Ortaokul bitince, Atatürk Kız Lisesi’ne kaydoldum. Edebiyat öğretmenim, Süreyya Arın da bir ay içinde yeteneğime sahip çıktı. O da elime, müfredat dışında, benim için özel olarak hazırladığı “Okunacak kitaplar listesi” tutuşturdu. Üç yıl boyunca bir iyi beslendim.

Bu üç adım yazarlığımın temeli oldu. Lisede olanca duyarlılığımla sosyal içerikli öyküler yazıyordum. Bu öykülerde, yakından tanıdığım ezilmiş kadın kesimi ve yoksunluk içinde büyümeye çabalayan çocuklar işleniyordu. Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü getirdi bu çabam. Bir oyla ikinci olmuştu, tek başına doğum yapan köylü kadının, DÖL adlı öyküsü (1964-1965). Bu da önemli bir kilometre taşıydı kalemim için. Sonra 1971’de ilk çocuk romanım Fadiş yayımlandı. O da ülkemizde ilk çok satan çocuk romanı olarak, üç kuşaktır okunmakta. Fadiş de önemli bir  dönüm noktası sanatımda. Çünkü bu romandan sonra kalemimi çocuk edebiyatına adadım. Bunu yaparken, ülkemizde henüz çocuk edebiyatı türünden söz bile edilmiyordu. Bu horlanmışlık beni, çocuk yazarının değeri ve önemi konusunda, kapıdan kovulup bacadan girercesine direnmeye koşullandırdı. Öğretmenliğim bu konuda yolumu aydınlatan tek ışık, tek güvencemdi; çünkü eserlerime temel olan çocuk kesimiyle, ana evlat gibi olma ayrıcalığını kazanmıştım.

Yeşil Kiraz, ilk gençlik romanım da bu alanda bir dönüm noktasıdır. Artık gençlere de yazıyordum.

Yazarlıkta ilk hareket noktam olan öykülerde, sosyal konuları işlediğimi belirtmiştim. Çocuk ve gençlik edebiyatına tutkuyla bağlandığımda, sosyal yaşamdan kaynaklanan  yazma dürtülerim boşa gidiyordu. Bu boşluğu, önce Cumhuriyet sonra da 1965-1986 sonra da Milliyet gazetelerine yazdığım sosyal içerikli ve eğitim öğretim konulu makalelerle doldurmaya yöneldim. Yurt dışında işçi çocuklarının eğitim öğretim düzenini ve sorunları irdeleyen dizi yazılarım bu yönelişin ürünleridir. En yeni çalışma 2016-2017 yıllarında hazırladığım her biri 64 sayfalık, on kitaptan oluşan, resimli çocuk kitapları A-Takımı İz Sürücü Köpekler dizisidir. Bu kitapları ilkokul sürecinde okuma alışkanlığı edinememiş olan çocuklar için yazdım. Çünkü  kitap okuma bilinci edinemeyen bu tür çocuklar, hayata atıldıklarında bile bir metni doğru dürüst okuyamamakta. Ülkemizde bu halde insan kitleleri var. Günümüzde okullarda da, ortaokul ve lise düzeyine gelmiş ama metinleri çat pat okumak durumunda olanlar az değil. A-Takımı İz Sürücü Köpekler dizisi, okuma alışkanlığı edinme trenini kaçırmış ya da kaçırmak  üzere olan okurlarım için hazırladım. Yepyeni konularla işlenen öykülerin dil, anlatım sıcaklığı ile resimlerin çekiciliği, hedef kitlelere son bir  okuma alışkanlığı edinme fırsatı vereceğine inanıyorum. Başka bir değişle, o kişilerin kendilerini, yeni ufuklara ve apaydınlık geleceğe taşıyacak olan büyülü  uçağa, son yolcular olarak, yetişebilmelerini  hayal ediyorum. 

Adınıza kurulan “Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı”(2007), yapıtlarınızın gelecekte güvence altına alınması bağlamında kurulduğu düşünebilir belki ilkin. Ancak, popüler kültürün baskın gücüne karşın gelecekte yitime uğramayacak denli güçlü yapıtlarınızın zaten çoğu çağcıl bağlamda klasik olma sürecine girdiği görülüyor. Vakfın kuruluş senedinde görülen amaçlar bölümünde; Türk Çocuk ve Gençlik Yazını alanının ve Türkçemizin gelişiminin öncelenmesi ve alana nitelikli yazarlar yetişmesi öngörülüyor. Salt bu yönüyle vakfınız gelecekte nice Gülten Dayıoğlu’lar yetiştirecek görünümünde. Vakfın kuruluş süreçlerinden günümüze ve gelecekteki tasarlarından söz eder misiniz? 

Vakfımızla ilgili yüreklendirici görüşlerinize teşekkür ediyorum. Gülten Dayıoğlu Çocuk Ve Gençlik Edebiyatı Vakfı artık on bir yaşına erişti. Vakıf, çocuk ve gençlik edebiyatına nitelikli eserler kazandırma hedefi doğrultusunda, çalışmalarını aralıksız olarak sürdürüyor.

Hedefe ulaşmak için düzenlenen vakıf yönetmeliğine uyarak bir yıl çocuk romanı, bir yıl ilk gençlik romanına sekiz bin lira ödül veriliyor. Özverili ve pek değerli seçici kurul üyelerimiz tarafından, titizlikle seçilerek oluşturulan ödüllü kitaplarımızın sayısı arttıkça, çalışma gücümüz de artıyor… 2018 yılında ilk gençlik romanına ödül verilecek. Ödül töreni etkinlikleri vakfımızın başvurusuna olumlu yanıt veren, ülkemizin farklı bölgelerindeki üniversitelerde gerçekleştiriliyor. Vakfımızla ilgili ayrıntılı bilgi: www.gultendayioglu.com adresinden edinilebilir.


Kiminin sizin desteğinizle, kiminin gönüllü kuruluşların katkılarıyla adınızı alan okul ve kütüphanelerden söz etmek istiyorum.  Görünen o ki özellikle bir “Gülten Dayıoğlu kütüphaneler zinciri” oluşmak üzere. Bu olgu ülkemizde eksikliği duyulan ekinsel gereksinim için heyecan verici… Bu konudaki, tasar, duygu ve düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?

1993, otuzuncu sanat yılımda eşim, doğum yerimiz olan Kütahya’nın Emet İlçesi’nde bulunan, iki katlı evimizi Kültür Bakanlığına bağışlayarak, Gülten Dayıoğlu Çocuk Kütüphanesi’nin kurulmasına destek verdi. Sonradan oraya ilçemizin Halk Kütüphanesi de taşındı. Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Halk Kütüphanesi olarak başarıyla işlevini sürdürmekte.

​2010 yılında  Kütahya Belediyesi kent merkezinde Gülten Dayıoğlu Çocuk Kütüphanesi’ni yaptırdı. 2017 yılında Darıca Bahçeşehir Koleji bünyesinde kurulan kütüphaneye de Gülten Dayıoğlu adı verildi.

Başyapıtınız Fadiş, 46. yaşına bastı bu yıl. Onun 30. doğum günü kutlamaları ardı ardına Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nce sempozyumlarla kutlandı ve kitaplaştı. Bir roman kahramanının doğum gününün kutlanması onun nice özdeşliklerle bizlerden biri olması anlamına geliyor bir bakıma… Dahası, Talat Halman’ın benzetişiyle, kurduğunuz “Sevgi Cumhuriyeti”nizin bir figürü “ulusal kahraman” konumuna gelmiş bulunuyor. Romanın yayımlandığı dönemlerde köy romanları rüzgârları esiyordu yazınımızda. Fadiş de böyle bir habitatta doğdu; Türk Halkbilimi’ne varsıl katkılar vererek. Sevgili Dayıoğlu, Fadiş’in günümüzde de doğduğu dönemdeki sahiciliğini korumasını, sevilmesini neye bağlıyorsunuz?

Fadiş adlı romanım, köy romanları esintisiyle yazılmış bir kitap değildir. Bu kitapta okur, ne köy ne köylü, ne romanın geçtiği dönemlerle ilgileniyor. Roman’da yer alan FADİŞ adında bir “İNSAN”cığın yaşama karşı direncine ortak oluyor. Yıkılmış bir yuvadan arta kalan, yaşam seline kapılmış, tutunacak bir dal arayarak, oradan oraya savrulup duran Fadiş adlı kızla bütünleşiyor. Bir de anne var yıkılmış yuvadan arta kalan. O da  aslında aynı sel içinde debeleniyor. Ama kızından hiçbir koşulda vazgeçmiyor. Hem kendisi hem de kızı için, o da hiç sızlanmadan, yaşam savaşı veriyor.

​Kitapta tüm acılar, sevinçler abartısız doğal bir anlatımla sunuluyor okura. Okur bu nedenle kitabı okurken, Fadiş’e insani duygularla, yandaş oluyor. Fadiş adlı roman bu nedenle “1971-2018” yarım yüzyıla yakın bir süredir kuşaktan kuşağa okunmakta. 


Üç serilik Mo’nun Gizemi romanınızla -bilimkurgu türünün özelliklerini kullanarak- görkemli bir imgelem ve öngörü gücünüzle düşünebilen insan aklının hayır diyemeyeceği yeni bir gerçekliği işaret ediyorsunuz: Canlılar üzerinde hızlandırılmış evrim olgusunu. Gen biliminin sürekli ve hızlı şaşırtıcı gelişmelerini etik, felsefe vb. disiplinlerin de ilkeleri bağlamında kurguladığınız romanınızı oluştururken uzunca bir süre araştırma yaptığınız ve kitaplığınızı genişlettiğiniz anlaşılıyor. Lütfen içten bir soru olarak kabul ediniz; sinematografik yapısıyla görkemli bir film olabilecek özellikte olan romanınızla bu bağlamda ilgilenen oldu mu sevgili Gülten Dayıoğlu?

Mo’nun Gizemi adlı üç kitaplık roman dizisinin planını yaparken araştırma maratonuna başladım. İlk kitap 1999’da yayımlandı. Görülen yoğun ilgiye karşın ikinci kitabı hemen yazamadım. Yeniden araştırma koşusuna başlamam gerekiyordu. 2008 yılında ancak Mo’nun Gizemi Otran başlıklı ikinci romanı okurlarıma sunabildim. Aradaki yıllarda başka romanlar yazıyordum. Üçüncü kitabı fazla bekletmedim. Mo’nun Gizemi İkizler’i 2011 yılında okurlara ulaştırdım. Devam romanı yazmak zor. Üç kitap arasında uyumu sağlamak, yazma zorluğunu kat kat artırıyordu. Ama Mo’nun Gizemi üçlüsü hâlâ okullarda yaygın olarak okunmakta. Sorunuzun yanıtını vermeden bu açıklamayı yapma gereksinimi duydum. Bu üçlünün filmini yapmak teknik yönden pek kolay değilmiş. Sanırım bu nedenle eserleri film yapmaya kalkışan olmadı. Ama Mo’nun Gizemi’ni okuyan kuşaklar arasında, kitaptan etkilenerek üniversite öğrenimini Genetik Mühendisliği konusunda yapanların sayısı, giderek artıyor.


Yoksa Sen misin? romanınız; önsözde not düştüğünüz gibi Şamanizm’i tanıtmaktan öte Orta Asya coğrafyasında binlerce yıldır var olagelen şaman inanç kültünden ağdırılmış destansı bir yapıt tadı veriyor. Özellikle 500 yıl aralıkla yaşamış iki yeniyetme kız kahramanın kişiliklerinin parapsikoloji ve ruhbilim olguları bağlamında paralel evrende kesişmesi, 15. yüzyıl İpek Yolculuğu’ndaki serüvenleri; bu yolculuklarında eski Türk resim sanatının siyah kalem ustası Nakkaş Mehmet ile tanışmaları ve Çin’in Xian kentindeki piramitlerin gizemini -işin içine ajan olaylarını da katıp- örgüleyerek soluk kesici bir kurgu oluşturmuşsunuz. Sevgili Dayıoğlu, Orta Asya steplerinde karış karış gezerek şamanlarla olan tanışmalarınız bağlamında lütfen bir anınızı paylaşır mısınız?

Şamanizm, lise son sınıfta bana dönem ödevi olarak verilmişti. Araştırma yaparken, atalar mirası bu öğretiye tutkuyla bağlandım. Sonraki yıllarda araştırmalarımı genişlettim. Bu konuda bilgi edinmeye doyamıyordum. Bu arada pek çok çocuk ve gençlik kitabıyla gezi kitabı yazdım. Ama içimin en derininde, Şamanizm’i konu edinen bir roman yazma isteği vardı. On altı yıl isteğimi gerçekleştirmeye cesaret edemedim. Ama konuyla ilgili olarak bilgilenmeye de ara vermedim. Bu uğurda eşimle Türki Cumhuriyetlerine gezi yaptık. Şamanlarla tanıştım. Yıllar geçti. Sonunda Yoksa Sen Misin? romanımı yazarak dinginliğe kavuştum. Çünkü Şamanizm ile ilgili olarak, beni kuşatan düşünce ve duyuşları, roman kahramanı Bürküt kıza aktardım. Bu arada pek değerli Türk ressam-nakkaş Karakalem Mehmet Efendi’yi de anılar katmanından çıkarıp günümüze taşımanın sevincini de yaşadım.


Sevgili Dayıoğlu, 72 kitabınızın yazılış öyküsünü anlattığınız Yaşadıklarım ve Düşlediklerim adlı kitabınızdan söz etmek isterim. Bu yapıtınızla göstergebilim, yazınbilim vb. alanlarına özellikle genç yazarlarımıza ve üniversite edebiyat alanı öğrencilerine önemli bir kaynak sunmuş oluyorsunuz. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyim?

Yaşadıklarım ve Düşlediklerim adlı eserimi yazarken, hedeflediğim amaca ulaşmanın sevincini yaşıyorum. Gerçekten bu kitap lise ve üniversite öğrenimi gören pek çok öğrenciye kaynak kitap olarak hizmet vermekte. Yabancı ülkelerde bu tür kitaplar oldukça yaygın. Ama ülkemizde pek az. Bu kitap, aynı zamanda çocuk ve gençlik edebiyatına baş koymuş “1963-2018” arasında, doksan kitap yazmış olan bir yazarın, tohumken çiçek ve meyve verir hale gelmesine büyüteç tutmakta. Okur için bu keyif de cabası.

Son olarak çocuk ve iki üst kuşak okurlarınıza dilek ve önerileriniz nelerdir?

Başta öğretmenler olmak üzere, çok değerli ilgileriyle beni bugünlere getiren üç kuşaktan okurumu ve de tüm okuma tutkunlarını şu anda yüreğimin en derininde beliren coşku ve sevgiyle selamlıyorum.

Haberi kaynağından okumak için lütfen linke tıklayınız.

Etiketler: